Kayıtlar

Wes Anderson filmleri üzerine

Resim
Kişisel tercih meselesi olarak görülen her konuda çeşitlilik fazladır ve olayın esprisi da bu çeşitliliktir. Hangi yönetmene daha yakın durduğunuz, hangisini daha çok benimsediğiniz de tam olarak böyle bir kapsamdadır. Yazının konusu Wes Anderson sinematografisi ve bize düşüncesel katkısı temelinde olduğundan, Wes Anderson'ın benim favori yönetmenlerimden biri olabileceğini düşünebilirsiniz ki değildir. Ama ilk filmi Bottle Rocket'tan itibaren, hayatı yolunda gitmeyen, biraz garip biraz toplumdışı karakterlerle ve çapraz ilişkileriyle gülümseten bir kaos yaratan yönetmeni hep en özgün yönetmenlerden biri olarak düşünmüş ve filmlerini izlerken çok mutlu olmuşumdur. Rushmore'la tarzını ortaya koyup,art arda aynı çizgide ama farklı tatlara sahip filmlerle (The Royal Tenenbaums, The Life Aquatic With  Steve Zissou, The Darjeeling Limited, Moonrise Kingdom) en bilinen filmine the Grand Budapest Hotel'e ulaştı."Ulaştı" doğru bir kelime olarak yerinde durmalıdır çünk

En sevdiğimden

Resim
    “Bence çok meraklıysan, yeri geldiğinde nedenleri sonuçlarından daha ön plana koyuyorsan sen o konudaki kendi gerçeğini arıyorsun” dedi. Ojelerini milim dışına taşırmamıştı. “Evet di mi, sanki herkesin kendi gerçeği vardır, milyarlarca gerçek vardır ve ortak bir gerçek yoktur’a doğru gidiyoruz”. Kafasını memnuniyetle salladı, gülümsüyordu hafiften. “Bak mesela şu adamı görüyor musun?” “Evet." “O adam bana göre kaybeden biri, sana göre etkili biri, kendine göre kendi kendine yetebilen biri olabilir. Beyin sayısı kadar gerçek vardır canım benim.” Göz kırptı.   “Hee öyle. Bence tüm bu ortak gerçek bulma uğraşları toplumun ortak bir paydada birleşebilip, beraber hareket etmesini sağlayan motivasyon zımbırtılarıdır. Böyle de bir gerçek var! diye tvde çıkarlar da üstüne imzamı atarım stayla pekiştirirler ya öyle bir echo bu. Haha sanki 8 milyar kişilik homosapiens kabilesi olarak mamut avına çıkacağız da ip mi atsak, mızraklarla üstüne mi yürüsek karar veremiyoruz ve bu ilke

Minimalizm üzerine düşünceler

Resim
Günümüzde anlamı ve önemi tam anlaşılamayan kavramların istenilen ve işe gelen şekle sokulup, pazarlama öğesi haline getirilmesi bir dünya trendi olmakla beraber, minimalizm aslında tam olarak bunun karşısında durmaktadır. Ülkemiz gibi gelişmekte olan pazarlar, kapitalizmin lokomotifi görevi yaptığından ve bu pazarlardaki insanlar almaktan, aldığı şeyden bıkmaktan ve yenisini istemekten daha öteye gidemediğinden, minimalizm daha çok yurt dışında değer gören ve alt-kültürde popülerleşmeye başlayan bir düşünce sistemidir. “Sahip olmak” yerine, “olmak” odaklıdır. İhtiyacından fazlasına sahip olup bunlarla oyalanmadan ziyade, insanı esas yapması gerekene, esas istediği şeye, esas hissetmesi gerekene yönlendiren bir dinginliktir. Aslında özgürlüktür. Bu tanımlar çoğaltılabilir ve tümden gelip daha öze gidildikçe soyutlaşabilir. İşte bu noktada anlaşılması güçleşir, beyin sınırlarından çıkar ve hissedilmesi gereken bir unsura dönüşür. Kapitalizm, beynimizin evimiz gibi çok eşyalı, günümüz

Büyük Oyun

Hayatınız boyunca doğrular yanlışlar denizinde debelenip durduğunuz ama o olması gereken'e ulaşamadığınız hissini yaşadığınız yüzyıl 21. olandır. Aslında sizin size modifiye doğrularınız vardır ama elbette herkese iyi gelecek, herkese sınıf atlatacak bir doğru olmalı değil mi? Yoksa kaos olmaz mı? Yada insanoğlunun ilerleyişi tek bir ortak doğruda omuz omuza mücadele gerektirmiyor mu? Oysaki hayat, her bireyin kendi dünyasını algıladığı kadardır. Algı, kontrol mekanizmasını o da değer yargılarını yaratır. Alın size algının sonsuzluğu kadar sayıda doğrular ve yanlışlar. Size özgü, size iyi gelen, sizin oluşturduğunuz. -Mis gibi tam sizin ayağınıza yorgan gibi dikilmiş doğrularınızla içiniz sıcacık olmuşken, toplum overlokçusu hoparlörden bastırıyor "9.90a herkes sahip olsun diye!!". Diyorsun "tövbe, biz iyiydik böyle, nerden çıktı şimdi bu? Almasak da olmaz, geri kalırız". Ama bu herkesin aldığı doğruların boyu kaçsa siz ona göre dizlerinizi büküyorsunuz, ayağını

"Deniz mahsüllü pizza, Aynştayn ve Abovv"

Bu seferki biraz farklıydı. Farklıydı. Bana antropometri merakını gidermek ister gibi yaklaşmıştı. Elbet biraz the Smiths'le başlamış, elbet biraz "Sakin diye bir grup varmış" ile devam etmiş ve "İzmir'de misin sen de, ne hoş" ile bitmişti. Kız bana yeşil tapınak fakültesini gezdirmişti. Binbir Fatih Terim mimiğiyle bana botanik literatür kusmuş, latince tamlamalarla beni fotosenteze zorlamıştı. Dikenliler, geniş yapraklılar, götten bacaklılar... Bu akademisyen beyinle akşam yemeği de neyin nesiydi? Yine sürreal viteste yakalanmıştım. Söz verdiysem gitmeliydim, giderdim. Sonuçta, risk geceleri ileride en hatırlanmaya değer gecelerdi... İsminde aynı seslinin çok tekrar ettiği bir kızdı. Kareli spor gömlek böyle kızlara iyi giderdi. Tekrarlanan paternler onun yaydığı enerji sekanslarının frekansını yakalayacak ve tensel uyuma doğru giden yolda... Kafam uçmuştu. En sonunda yeni aldığım kotun üstüne standart üstü tişörtümü giydim. Her markanın standart üstü

Karaköy'de bir sabah

Resim
Taksim, saç ekimini tamamlar tamamlamaz kendini sokağa atan salça kafalı Araplarla doluydu. Burası en son ne zaman bitmişti? Daha ne kadar süre bitebilirdi? En son ne zaman tiksinmeden şuradan geçmiştim? Üniversite 1 kadar uzak geliyordu bana. Sanki herşey artık çok uzaktı, eskiden olanlar sanki benim uydurduğum yaşanmamış olaylardı, değişim amımıza koymuştu. Şişhane durağında inerek, eziyeti az yaşamak niyetindeydim ama yine de beni pisliğiyle doldurmuştu. Galata'ya giden araya saptım. Kule, "naber abi, bildiğin gibi işte Japon, Arnavut gezdiriyoruz" diyordu, dimdik ve sıkılarak. Karaköy'e doğru seyirdim. Hipsterlar henüz uyanmadığı için, fakir turistler ve dükkanlarını yeni açmış dayılardan başka bir profile rastlanmıyordu. Evden hızlı çıkmıştım ve şeklim yoktu. Kediler diyarı Mums'a oturdum. Çay ve aperatif birşeyler sipariş ettim. Downtempo deep house arası birşeyler çalıyordu. Soluklanmış, keyfim yerine gelmiş ve ısınmıştım. Kasım ayı, ince giyindiğin

Bireysellik üzerine

     Görüp görebileceğiniz en güzel şey, mantığınızı ve duygularınızı aynı anda sinerjik olarak harekete geçirebilendir. Belki genel kabul gören en güzel şey olmayabilir. Ama bu "siz"e en güzel gelendir. Bu büyülü durumu kişi kendi tespit etmek durumundadır ve buna giden yol "birey"selliktir.     Genel olarak 2000ler sonrası bireyselliğin yükselişi diye tanımlanan şey, özlenen "özgün"lüğe geri dönüş çabasıdır. Kapitalist düzenin herkesi aynılaştırma çabaları bir kenarda çitlerini örerken, 70lerin özlenen sınırsız özgürlüğü ve 90ların apolitik hapis gençliği arasındaki çekişmedir. Her insan içgüdüsel olarak bencil olsa da, sosyal bencillikle bireyselliği karıştırmamak gerekir. Sosyal bencillik, kaybetme korkularıyla soslanmış özgüven eksikliğidir.     Hayat aslında o kadar özgün bir tecrübe ki. Herkesin hayatı birbirinden farklı. Belki bir santim farklı, belki Dünya Mars mesafesi kadar farklı. Aynı gözüken iki kişi bile çok farklı. Tek yumurta ikizleri bile