Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

New World Blues

Jacksville, tüm o tozu ve terk edilmişliğiyle karşılarında duruyordu. Radyasyonlu göllerin bittiği yerde, yüksek ve çıplak tepelerin eteğinde artık bir hayalet yerleşimdi. 1956’da kurulan şehir, yakınlarında bulunan bor rezervi ve maden işletmesinin cazibesiyle belli bir miktar büyümüş, ardından gelen büyük patlama ve sarsıntılarının etkisiyle tamamen boşaltılmıştı. Geriye kalan muhtemelen yıkık evler, birkaç ceset ve işe yaramaz eşyalardı. Federasyon birlikleri, eski dünyaya ait olası değerli nesneleri yağmalamak için sık sık sınırların ötesindeki küçük yerleşim yerlerine yollanıyordu. Will Farron, o ekibin en tecrübelilerindendi, daha önce birçok böyle görevde bulunmuştu. “Bu anlamsız işler için artık çok yaşlıyım” diye geçirdi içinden. Elde ettikleri, göze aldıkları tehlike ve yolculukların yanında bir hiçti; yanmamış birkaç eski dünya klasiği ve bir yemek kitabı. “Eski insanların ne yaptığı çok da s.kimde” derdi hep. Ama işte Federasyon, eski dünyanın ne kadar adaletsiz, kötü

Bahaneler ve Bananeler

(Hayat kısaydı, kışlar çok karlı, yazlar çok kuraktı. Her yer aşırı kalabalıktı, çok insan vardı ama az insan vardı.) Hayat çok güzeldi. Caz dinlerken uyuyakalmak, sabah annenin kahvaltısına uyanmak. Kuşların basit yaşamı ne kadar büyüleyiciydi. (Okumak zordu, okumamak daha zordu. Gençtin ama paran yoktu, sonra paran vardı zamanın yoktu. Trafikte sabırlı olmalıydın.) Hayat çok güzeldi. Zaman kavramının olmadığı o değerli anlarda beyninden geçenler ve kalbinden akanlar nasıl da seni titreterek canlı hissettiyordu! (İyi bir insan olunmalıydı, tüm zorluklara göğüs gerilmeliydi. Toplumun senden bekledikleri vardı, senin sen olmanı bekleyemezlerdi, senin sen kalmana tahammül edemezlerdi.) Hayat çok güzeldi. Mevsimin ilk eriğini nasıl özlediğini hatırlasana. Eskiden eylülleri okulun açılmasını nasıl da heyecanla beklerdin. Beraber uyuduğun bayramlıkların seni gece canavarlarından korurdu. Ya o babanın aldığı ilk cd çalar ve elindeki az sayıda cdyi sabaha kadar dinleyişin?

Bir metafor olarak "Bolero"

Resim
“Intelligent is sexy."   Kendimi bildiğimden beri müzik dinleyicisi olmamla birlikte, farklı düşüncesel dönemlerimde farklı müzik türlerine ağırlık vermişimdir. Mantığımı bileyen, duygularımı coşturan, gaza getiren, omuzlarıma yük olan o farklı deneyimlerden geçip bu günlere geldiğimde, bazı türlerin ve şarkıların daha belirgin bir şekilde geçmişte asılı kaldıklarını ve daha fazla benimsediklerimizin bizi, kendisiyle beraber ileri taşıdığını hissediyorum. Klasik müzik ve caz bir şekilde vazgeçemediğim, özleyip geri döndüğüm, muhtemelen ölene kadar dinleyeceğim türler olarak ön planda görünüyor.   Benim görüşüme göre; klasik müziği hayata uyarlarsak şöyle bir metafor elde edebiliriz: “Müzik senin hayatınsa, klasik müzik annene sarıldığında hissettiğin sınırsız güven, sevdiğin kızla aranı düzelttiğinde hissettiğin sınırsız huzur, istediğin işi yaptığında hissettiğin zaman kavramını yok eden sınırsız ahenktir. "   Maurice Ravel’in Bolero bana yukarıdakilerin toplamını hiss

There there

"... Just coz you feel it doesn't mean it's there" Sanki artık kimse Radiohead dinlemiyor gibi geliyordu bana. Oysa dinliyorlardı. Şarkı sözünün ironisini, bağlandığım düşünceyle birleştirip köşede öylece duruyordum. Keyifliydim, nisan ayının güneşli "morning breeze" günleri başlamıştı. Alka seltzer mideli kızlar önümden geçerken, birşeyler yemek isteğim beni yerimden kaldırdı ve yol karşısındaki serpme kahvaltıcıya yönlendirdi. Gıcırtılı kapıyı açtım ve içeri girdim. Geri dönme ihtimali düşük bir "günaydın" dedim ve beklediğim gibi sosis sucuk cızırtısı benim karşılık almamı engelledi. Eskiden gereksiz bulduğum şeylerin monoloğunu kırıp, ileriki dönemde tepemde yaldız yaldız parladıklarını gördüğümden beri bunların doğruluğuna inanıyordum artık. Oturdum, her masaya iliştirilmiş menüye baktım. Bence serpme ve tabak olarak iki çeşide indirgenmesi gereken menü yaldır yaldırdı, bir nevi bookletti bir nevi art booktu. Anadolu şehirlerinde rastlanan, ba

3x3

Ekrem, Eskişehir'deki dört senelik iktisat eğitiminden sonra çevrenin gazıyla rotayı İstanbul'a çevirmiş, Beylikdüzü'nde yaşayan bir toplum karakteriydi. Zayıf yapısı, sağlıksız beslenmesini ve ucuz sigara alışkanlığını ele veriyordu.  Zar zor iş bulabilmişti, kıt kanaat geçiniyordu ama sorsalar çok derin amaçları vardı. Daha önce hiç içinde olmamış olsa da, plaza insanlarının yaşamına gıpta ile bakıyor ve kabul görmek adına yöresel genetiğinin tersi davranışlar sergiliyordu. Taksitler kısıtlanmadan önce 24 aylık taksite girip son çıkan iphonedan almıştı. Telefoncular sarayından aldığı ucuz kılıfı "Belkin" diye yutturuyor, tanıdık yokken simit sarayı çalışanlarına wifi şifresi soruyordu. Beymen ile Massimo Dutti'nin çarpıştığı topraklarda, çakma Lacoste pololarla caka satıyor, topluca gidilen yemeklerde patronun gözünden düşmemek adına tek şarap söyleyip, önceden yedim geldim ayağına yatıyordu. Plazanın yangın merdiveninde sigara içerken düşünüyordu, hiç sorgu

~fin

Resim
Beni ilk gören oydu. Heyecanlıydı, ahenkliydi, kendi melodisini kulağıma fısıldadı. Eskiye yeni bir bakış açısıydı, Neverland'i inşa etme isteğiyle yanıp tutuşuyordu, zombie apocalypseden beraber kaçma teklifiydi bir bakıma. *** Aklım karışmıştı, sade ve naif benliğiyle ihtimaller denizinde bir salda onunla ilerlemek riskliydi. Zarar görmesi en son isteyeceğim şeydi ama ondan uzakta hayat daha monokrom olacaktı. *** Üzülerek gitmem gerektiğini belirttim. Dinlemedi beni, gözleri donuklaştı, yanakları sarardı. O zamana kadar gitmek hiç bu kadar zor olmamıştı. *** Onu aylarca kaybettim. Birkaç tık uzaklığımdayken böyle hissetmek, odaklanmaya çalışmak çok zordu. Karşılıklı stalker günlerinin sonu gelmezken, yapmamız gerekeni yapmaya çalışan kalbi soğumuş insanlardık. Belki de olmaması gerekiyor diye düşünen tarafımı dizginleme gereği duyduğum zamanlardı. *** Dizginler elimden sıyrıldığı her anı onu düşünmemeye çalışarak geçirdim. Başka kişilere seni seviyorum diyen Bülent Ortaçgil tema

"Baba, söyle de biraz mp3 atsınlar"

Resim
2000 yılının yazına doğru, insanlık yeniden belini doğrultmaya çabalar gibiydi. Milenyumla beraber kıyametin kopmasını bekleyenler yaşamaya devam etmiş, sağa sola dağıttıkları umutlarını geri topluyorlardı. Dünya henüz terörle sınanmamış, cep telefonları internete girememiş, Şenol Güneş yönetimindeki milli takım henüz milleti manyak etmemişti. Böyle bir ortamda, ingilizceyi yeni öğrenip karamelize etmeye başlayan ve herşeyden sıkılma eğilimi taşıyan yaşta biri için bilgisayar ve onun bize kattıkları önem verilmesi gereken birşeydi. Eski ve yavaş bir bilgisayarın yapamadıkları, Ali Kırca'nın Siyaset Meydanı'nda yapamadıkları yla eşdeğerdi. Açılmayan, yavaş çalışan her oyun, kalpte bir burukluk bırakırdı. Önümüzdeki yıllarda kızların farkedilip, teknolojiden başka şekillerde faydanılacağı gerçeği o yıllar es geçilen ve sonraları başka bir yazıya konu olabilecek bir durumdu. Okullar tatil olalı yaklaşık bir ay olmuştu ve cumartesi sabahı corn flakes ve oyun vakti ydi. Bu y

...çünkü bok vardı!

Resim
"Tüm sinirli ve dediğim dedik ahaliye sesleniyorum! O, öyle değil!" Sincaplar da epey iyi bildiğiniz gibi rızkına koşan hayvan lardır ama yeri gelince ihtiyacından fazla cevizi aşırmasyon yaparak, sonradan unutacakları bir yerlere gömerler. Böylece rızk toprağa geçer. Unutulan cevizler, tohum olur, filizlenir, ağaç büyür ve mahsül verir. Çanakkale'nin Ezine ilçesindeki Mühittin dayı da köylü pazarında rızkı paraya çevirerek, Turistik Canısı Klup' ta harcar. (aka Rızk Döngüsü ) "Köfteye gidelim, ponpaya koşalım" Koşmayı Mirkelam'dan öğrenmiş olsak da, Mehter takımı 2ileri 1geri'si sorunsuz çalışmaktadır ama koşmak isteyen yine koşsun. Koşan yorulur, yorulan durulur, durulan iyi durulan ki pislik aksın! "Ayb ettin karşim" insanı Bir gün o uzaktan tanıdığınız, arada selam vermekten kaçınmak için merdiven çıktığınız sima gelir ve size " ayb ettin karşim " derse, ona trigonometri sorun. Türev ve integralin nasıl bir ying

"O".

Resim
Tüm bu yetiştirmem gereken işlere rağmen, ne bok yemeye gidiyorum? diyerek gitmiştim ilk buluşmaya. Yeni biriydi, karşıdan geliyordu ve İzmir ılık esiyordu. Tiril tiril vintage elbisesi, sade spor ayakkabısıyla İstanbul görmüş bir İzmir kızı ydı. Saçları siyah ve küt kesilmişti, bilekliği el yapımıydı. İki biradan sonra hala durgundu, kendini anlatmaktan ziyade dinlemek istiyordu. Sigarayı çok şey görmüş ya da hiçbir şey görmemiş gibi içiyordu , o an bunu anlayamayacaktım. Gözlerini geçmişten kaçırıyordu ama geleceğe de odaklayamıyordu . Bar yalnızdı. Bar, masif ahşap, kuruyemiş ve bira kokuyordu. Ruhsuz bira altlıkları etrafa saçılmıştı. Tuvalette rujunu tazelemişti, gecenin sonuna yaklaşırken aklımda kiraz dudaklı kalmak istiyordu. Oysa bitmek bilmeyen bir gitme isteğiyle, hiçbir yere ait değilmiş izlenimi uyandırıyordu. (15 ay sonra) İzmir yazının gecesi bile sıcaktı. Şarabın yanında yiyecek birşeyimiz yoktu. Tek kişilik koltuğu, küçük kare balkona çıkarttık,

Günaydın astral denizkabukluları, şimdi evrenin en enerjik uzun dalga radyo şovu sizinle! (2015 edişın)

Resim
Haykırmalısın gökyüzüne! Gözlerin milyona varıyor kabaca, Yer uzuyor, okyanus kırılıyor, Ağaçlar tepeleme yığılıyor dağların eteklerinde. Kulakların artık iyi duyuyor sinsice. " Tenebrarum Oratorium " çalsa da bazen kafanda, Senkronize cennet ıslıkları başını döndürüyor, Gecelerin masallarını dinler oluyorsun ateşi söndürerek. Yediklerin artık içinde büyüyor, İçtiklerin beynini zehirliyor, " Seni görmeyeli epey oluyorsun " da hissedemiyorsun. Duvarlar katlanıyor, camlar kırılıyor, Sesler değişik frekanslarda (Uçuşan kelebekler ve narin yaz çiçekleri) Beyninde oynaşıyor, " Evet, çok güzelsin " oluyorsun da birleşmiyor kolların. Leylekler yere düşmeye başlıyor, Gagaları kırılıyor tok sesler çıkararak, Karınları şiş halde üzüm kokuyorlar, Taneleri bitmiyor da sen yemeye doyuyorsun. Mavi-mor masa örtüleri yanıyor, Radyasyonlu sularda ıslanıyor ayaklar, Bul

"peki"

Resim
Son 10 dakikadır " Lens solüsyonum yok! " diye diye evi arşınlıyordu. Ayaklarının beyazlığından kırmızı ojeler bağırıyor, bozulmuş göz kalemi minimalizm kokuyordu. Dünden kalma cips paketi gözüme takıldı ama üşengeç bir adam için fazla uzaktı. Oasis'in dediğine çok da uzak değildim: " ...so i started a revolution from my bed ". Yeniden ona baktım, ne zamandır bu kadar endişeli, bu kadar enerjisi düşük görünmüyordu. Dünkü neşesi gitmiş, yerini ekonomik krizde işletmesi iflas eden küçük esnaf tripleri almıştı. Lens bitti çorap başladı, çorap bitti rimel başladı. O an için insan enerjisini emip, mekanik enerjiye çeviren bir transformatördü. Hani aşk " yarım ağızla sabah öpücüğü ydü, güneş ışıkları perdeden içeri penetre olurken kıps atmak tı"? Bir tumblr kızının 19 senelik yaşamında hayata dair herşeyi çözdüğüne çok emin olması kadar emindim ki, bu durum hoşuma gitmiyordu... Keskin ve matah bir fikir bulmuş izlenimi vermek adına yataktan ani bir