3x3

Ekrem, Eskişehir'deki dört senelik iktisat eğitiminden sonra çevrenin gazıyla rotayı İstanbul'a çevirmiş, Beylikdüzü'nde yaşayan bir toplum karakteriydi. Zayıf yapısı, sağlıksız beslenmesini ve ucuz sigara alışkanlığını ele veriyordu. Zar zor iş bulabilmişti, kıt kanaat geçiniyordu ama sorsalar çok derin amaçları vardı. Daha önce hiç içinde olmamış olsa da, plaza insanlarının yaşamına gıpta ile bakıyor ve kabul görmek adına yöresel genetiğinin tersi davranışlar sergiliyordu. Taksitler kısıtlanmadan önce 24 aylık taksite girip son çıkan iphonedan almıştı. Telefoncular sarayından aldığı ucuz kılıfı "Belkin" diye yutturuyor, tanıdık yokken simit sarayı çalışanlarına wifi şifresi soruyordu. Beymen ile Massimo Dutti'nin çarpıştığı topraklarda, çakma Lacoste pololarla caka satıyor, topluca gidilen yemeklerde patronun gözünden düşmemek adına tek şarap söyleyip, önceden yedim geldim ayağına yatıyordu. Plazanın yangın merdiveninde sigara içerken düşünüyordu, hiç sorgulamadan düşünüyordu: "hipsterlık nası bişey acaba?"

XXX

Pınar, Bursa'da Gıda Mühendisliği okuyup son sınıfta kendisine yürüyen elemanla nişanlanıp sonradan ailesel uyuşmazlıklarla sonlanan bir ilişkiye sahip bir toplum karakteriydi. İstanbul'da hoşuna gitmeyen bir işe girmişti, memleketten iki hemşeri kızla bir evde kalıyor, kirli mutfak ve saçlı banyo paylaşıyordu. Uzun minibüs seanslarında instagramdan kombin bakıyor, bloggerlara gıpta ediyor ve retrica foto kasıyordu. 2000lerin başında yüzünde flaş patlatıp "corpse paint" elde eden gotik ablalarının bayrağını, "anatomik oluşum kaybetme" şeklinde kendi amaçları doğrultusunda taşıyordu. Eve mat alıp, yogayla meditatif bir ruh haline ulaşmakla, outlet avm'de kendinden geçmek arasında gidip geliyordu ama eve gitse iyi olacaktı. Bakkaldan hazır noodle ve coca cola zero aldı, otuzlu yaşlarına ulaşamamış olmasına rağmen aşırı sağlığını belli edercesine yaşlı bir surata sahipti ama ona göre deneyimdi, kazanımdı, paylaşımdı. Uğraşırsa çok like'tı.

XXX

Fatih, on dokuz yaşındaydı ve gençliğinden başka pek birşeye sahip olmayan bir toplum karakteriydi. Karaköy funiküler girişinde saat ve pil satıyordu. Okutabilecek durumda olmayan babası, onu küçük yaşta buralara sürüklemişti. İstanbul adil değildi ama martılar, deniz kokusu ve simit iyi hissettiriyordu. Önünden geçen yüzlerce insanı saatlerce inceler, tahminlerde bulunur ve kendince çıkarımlar yapardı. Tüm bu asık ve yorgun yüzlerden sonra kendini şanslı bile hissetmeye başlamıştı. Demek ki, "sahip olmak"tan ziyade "olmak" daha mutlu edici diyordu. Yetişeceği bir iş görüşmesi, yalakalanması gereken bir üstü yoktu. Rave partyde kendini ortama kabul ettirmesi gerekmiyordu. Çevresindeki dünyadan o kadar soyutlanmış durumdaydı ki, bir yerden sonra dünya da kaybolmuştu. Ne kadar yoksa, o kadar çoktu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Nerede eski bonibonlar?

Montaigne "Denemeler" den alintilar

Minimalizm üzerine düşünceler