There there

"...Just coz you feel it doesn't mean it's there"

Sanki artık kimse Radiohead dinlemiyor gibi geliyordu bana. Oysa dinliyorlardı. Şarkı sözünün ironisini, bağlandığım düşünceyle birleştirip köşede öylece duruyordum. Keyifliydim, nisan ayının güneşli "morning breeze" günleri başlamıştı. Alka seltzer mideli kızlar önümden geçerken, birşeyler yemek isteğim beni yerimden kaldırdı ve yol karşısındaki serpme kahvaltıcıya yönlendirdi.

Gıcırtılı kapıyı açtım ve içeri girdim. Geri dönme ihtimali düşük bir "günaydın" dedim ve beklediğim gibi sosis sucuk cızırtısı benim karşılık almamı engelledi. Eskiden gereksiz bulduğum şeylerin monoloğunu kırıp, ileriki dönemde tepemde yaldız yaldız parladıklarını gördüğümden beri bunların doğruluğuna inanıyordum artık. Oturdum, her masaya iliştirilmiş menüye baktım. Bence serpme ve tabak olarak iki çeşide indirgenmesi gereken menü yaldır yaldırdı, bir nevi bookletti bir nevi art booktu. Anadolu şehirlerinde rastlanan, bastırılmış sanatsal duyguların biraz maddi kaygılarla dışavurumlarıydı adeta. Siparişimi verdim ve beklemeye koyuldum.

"...We are accidents waiting
Waiting to happen"

Dükkandan çıkıp yürüyordum ve nereye gideceğim önem taşımıyordu. Bu bir nevi hissetmekti, kafamı toplamaktı. Bir yerde okumuştum, bir erkeğin en az 15dk kafasını toplaması adına yürümesi, saçmalaması, yalnız kalması ona çok iyi gelirmiş, ki bu doğruydu. Hava gördüğüm en güzel hava, kızlar gördüğüm en güzel kızlardı. Nereye baksam müge bozdu, er ve erbaş gazinosundan kızlar matinesine düşmüş gibiydim. Ayağımdaki ağırlıklar, sırtımdaki ağrılar azalmış, huzur bulmuştum. Bir insan 15 gün ağır çalışmaya müsait bir canlı olarak yaratılmamıştı, keşke bunu seri üretme ve daha fazla tüketme sevdalı, insan yapımı toplum düzenimiz anlasaydı.

"...There's always a siren singing you to shipwreck
Stay away from these rocks we'd be a walking disaster."

Algılamamız hayatımızı şekillendiriyordu, kar birine göre soğuk birine göre suydu, zorluk birine göre üzüntü birine göre fırsattı, aşk birine göre heves birine göre amaçtı. Bu görecelikte genel bir doğru barınabilir miydi? Bankta otururken baktığım bu ulu ağaç bunun cevabını verebilir miydi? Devirler boyunca kimbilir kaç kişi bu soruyu ona sormuştu ve kimbilir kaç kişi bu cevabın kendinde olduğuna emindi? Önümden tek derdi nasıl hayatta kalırım olan bir sokak köpeği geçti. İleride durdu, bir an bana doğru baktı.

"In pitch dark I go walking in your landscape
Broken branches trip me as I speak
Just cos you feel it doesn't mean it's there..."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Nerede eski bonibonlar?

Montaigne "Denemeler" den alintilar

Minimalizm üzerine düşünceler