I've just had an heart-attack called "Eternity".


Gunluk oto-hipnoz seansi sonrasi toblerone ve Chopin'i fazla kacirmamali insan. Bulutlarin beline dolanip, dans ediyor paralel evrenlerde. Arkasindan gelen sicak bir banyo, bogazdan asagi inen viskinin sicakligini hissettiriyor. Hanfendilerin kugu, centilmenlerin sir winston tea oldugu zamanlardan kalma bir asalet uzerine yapisiyor da, sokmeye hic yanasmiyorsun.

Gozlerimi ovusturuyorum ve teninin kokusunu duyuyorum. Elinizi bir bebegi kucaklar gibi narince tutuyor ve opuyorum. "Zarif oldugunuz kadar da yimisaciksiniz hanfendig!" diyiveriyorum, kikirdeklere yol acacak cocuk samimiyetiyle. "Ay, sen ne sirinn seysinn!" diye bir bizirik ses cikiveriyor senden ki ne bizirik. Bu sarhoslugun uzerine "I love you Alice. And i always will. 'Till eternity comes." gibi guzel ama basarmasi zor sozcukler dokuluyor agzimdan. Ama kapidaki ciddi adam da kim, surekli bize bakan? "Lan Eternity, bi sigtir git ulan, iddiaya girmeden dusuncektin, vermicem olm parani." diye hoykuruyorum kendimi kaybederek. Tereddutlu bir sekilde Alice'e donuyorum ama yuzundeki tebessum artmis sekilde yanagimdan makas aliyor. "Yirim seni zibidi!" diyerek tum Victorian era atmosferine pandik atiyor ve ben uyaniyorum...

Organik okaliptusu fazla kacirmis madagaskar koalasiyim ve yine uyuyup bjk macini kacirmisim. Goddamnit.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Nerede eski bonibonlar?

Montaigne "Denemeler" den alintilar

Minimalizm üzerine düşünceler