"...House Cafe'nin önünde buluşalım"



"... House Cafe'nin önünde buluşalım." Mesaj Estee Lauder sıkılmış gibi kokuyordu. Soğuktan korur gibi durup korumayan montunu giydi, saçına doğal karıştırılıp uğraşılmamış izlenimi vermek için hatırı sayılır bir zaman harcadı. Evin tüm inorganik komponentini saçına sürmüş gibiydi ama bunu sadece kendisi bilecekti. Yeni ayakkabısını giydi ve dış kapıyı üstüne kapatarak 2 saniyelik ani "anektarlar yoksa koltuğun altında mı kaldı?" sorgusunu yaşadı. (Bknz ve hissednz: http://www.youtube.com/watch?v=cHYZy8SFp54 ) Neyseki cebindeydi. Eski apartmanların heryerini mermer kaplama anlayışını hiç kavrayamamıştı ve buram buram nemini irritesini depoladı aşağıya inerken.

"... House Cafe'nin önünde buluşalım." Attığı mesaja 5-10 saniye baktı. Çok mu davetkardı, çok mu hadi ciddi şeylere ciddi yerlerde başlayalımdı? Bilemedi, omuz silkti. Neyse neydi. Düz fön için uzun, detay kasmak için kısa zaman vardı. Makyajı abartmadı, saçını kabartmadı. Soğuktan korur gibi durup korumayan montunu giydi, iyi ki hayat kurtarıcı slim fit pantolonu vardı. Yeni çizmelerini ayı gibi kartondan çıkardı ve hızla giyerek dış kapıyı üstüne kapattı. Sanki birşeyi es geçmişti, saç düzleştiricinin fişini çekmiş miydi? (Bknz ve hissednz: http://www.youtube.com/watch?v=pPD8Ja64mRU ) Hayal meyal hatırlıyordu. Asansöre binip, saçını düzeltti, bir daha düzeltti, iki defa düzeltti. Dış kapıya yaklaştıkça, topuklu sesi davudi bir ton alıyordu.

"Ferda Anıl Yarkın'a ne oldu?" Minibüste hem ayaktaydı, hem de kafasında bu çılgın ve googleın da tam emin olamadığı soru vardı. Kıza ardarda gelen 5 saniye boyunca odaklanamıyordu, izelçelikercan dolu kafasındaki közde patates pişirip içine ne koysam diyordu. "Tanışıklığı, randevuyu yönlendirmek" erkeklik göreviydi ve kafasındaki kroki sıçıyordu. Sonra waffle yeriz, içeriz, sonra kokoreç yeriz? Yürürüz ama topuklu giymişse taksi çağırıp parasını hop hop diyip öderim? İhtimaller denizinde salını üfleyen beyaz alt üstlü, tribal kolyeli Mustafa Sandal gibiydi, jest olmuştu vallahi mest olmuştu.

Topuklu giydim, iyi bok yedim diyordu kendine. Çantaya babet atma alışkanlığının nadiren sıçtığı zamanlardan biriydi. Neyseki taksi vardı, şoför sarı atlı prens Osman dayı gibiydi. Sigara delikli arka koltuğa oturdu... Trafiğin ilerlediği nadir anlarda, üstündeki isteksizliği düşündü. İyi çocuktu, ilgiliydi, hem kendi de randevu altyapısına katkıda bulunup sosyal medyada feedback-like atmıştı. Çocuğa ardarda gelen 5 saniye boyunca odaklanamıyordu, Aslı'dan erken gelen "naptınız, buluştunuz mu;) çocuk nasıl?" whatsapp mesajı daha bir germişti onu sanki, vakitsiz düğümlenen osuruk gibi.

Buluşmaya bir erkeğin geç gelmesi kadar isteksiz gösteren, ılık bir durum yoktu ama erken gelmekten de hiç hoşlanmıyordu. Minibüs yardırmıştı, minibüs coşmuştu. Önümüzdeki 10 dakika gözler balyaj tarayacaktı, burun adrenalin koklayacaktı. Akıllı telefonun kilidini açıp, sağ sağ yardırıp menüler arası dolaşıp geri kapayan günümüz gergin insan modeline bir tık kalmıştı, o da gerekeni yaptı...

İlk defa bir buluşmaya tam zamanında varacağını düşünerek, kikirdedi. Şans eseriydi, yoksa diğerlerinden ayrı bir önemi yok gibiydi. Taksi yardırmıştı, taksi coşmuştu. Elazığ bölgesi türküleriyle şoför dayı direksiyonla bir bütün olmuş, vücudu akışkan kıvam alarak kolayca arabaların arasından ilerlemiş ve varması gereken yere olanaksız bir sürede varmıştı. Acaba gelmiş midir düşüncesi hem tırt bir heyecandı, hem de olması gerekendi, "Geç kalan erkek samimiyetsizdir" diye düşündü.

"Bu o olmalı" dedi içinden. Profil pikçırdan biraz uzak bir profil çizse de, iyiydi güzeldi. Estetik anlayışına saniyede 12 iyi nitelik çarpmıştı.

"Heh gelmiş bari" dedi içinden. Profil pikçırdan biraz uzak bir profil çizse de, fena değildi. Estetik anlayışına saniyede 8 iyi nitelik çarpmıştı.

"Merhaba." "Merhaba." "Nasılsın-iyiyim-sen-iyiyim sen nasılsın- iyii, sen" döngüsüne girip tebessüm yaratan yeni tanışan paradoksuna neredeyse yakalanmak üzereydiler. Kız bunu olumlama, erkek sıçma olarak nitelendirdi. Evrendeki sonsuz sayıda yıldızın, sonsuz sayıda yıldızla çarpışma ihtimallerinin sonsuzluğu gibi akıllara durgunluk verip, aynı zamanda büyüleyen bir dünyaya beraber adım attılar. Kapının yanındaki seyyar takıcıda eski türkçe pop şarkılarından biri cazırtılı olarak duyuluyordu:
"Kel başa şimşir tarak, bu ayakları artık bırak
Ne işin var ki diskoryumda yanında bir kız sarımtrak
Ayranın yok içmeye, atla gidersin çeşmeye
Bu ne perhiz, what is this
Aman İsmail, can touch this."

Yorumlar

Adsız dedi ki…
bol bol tebessümle okudum :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

Nerede eski bonibonlar?

Montaigne "Denemeler" den alintilar

Minimalizm üzerine düşünceler